Selam, kaçabileceğim hiçbi' yer kalmadığında sığındığım limana geri geldim. Ne yazacağımı yine hiç bilmediğim bi yazının içindeyim. Geldiğim için sevinmeli miyim, üzülmeli miyim bilmiyorum. Neyse.
19 Haziran 2021. O zamanki flörtüm, şimdiki müstakbel eşimin peşinden İzmir'e gitmiştim. Tek amacım; onunla ilk kez sahilde denizi beraber seyredebilmekti. Param yoktu, son paramla uçak bileti almıştım ama onu da heyecandan yanlış tarihe almıştım. Mecbur iptal ettim çünkü istediğim tarihte bilet fiyatları uçuktu. 2021 başlarında kendimi sıfırladığım için bitiktim ve 2 gün sonra İstanbul'da yeni bi' işe başlıcaktım. Yollar yine bekledi, otobüs bileti aldım. Onu da alamasam, otostopla giderdim. Çünkü o sahilde, o deniz seyredilecekti. Başka ihtimal yoktu.
Sabah vardım Hilal'in yanına, güzel bi' kahvaltı, hava bilmem kaç derece. Giyecek son güzel pantolonum liseden kalma, belki 2 beden küçük. Pek giyemedim muhtemel ki yeni kalmış. Ama nasıl rahatsız. Tüm gün o sıcakta, 2 beden küçük pantolonla gezen adam; seni seviyorum demese de olurdu aslında ama... Şükür ki söylemişim. Aslında ilan-ı aşk için de gitmemiştim o yolu, yalnızca Hilal'i ve onunla beraber o denizi görmek için gitmiştim. Hayat bana bazen yaptığı gibi güzel bi' orta açtı, ben de gelişine vurdum. Gol oldu. Sebebi nedir , kader mi yazdı, Allah mı gönderdi, evren mi karşıma çıkardı bilmem. Yalnızca; sebep olan her şeye binlerce şükür.
Sonrasında İstanbul. 1 günde insanın hayatı bu kadar mı değişir? Ankara'dan kalk, İzmir'e gel, yeni bi' ilişkiye başla, akşamına İstanbul'a git ve yeni bi' işe başla. Sevinç, mutluluk, hüzün ve ayrılık bi' arada. İstanbul'a indim, evim yok tabi. Üniversiteden bi' arkadaşım geçici olarak evinde kalmamı kabul etmişti sağolsun, yine indim bavulla rıhtıma ve eve geçtim. Saat gece 1 civarı, kapının önündeyim, zil yok, kapıyı çalıyorum kimse yok. Arıyorum açan yok. Belki 15-20 dakika geçti, hayatımda 2. kez hissettim o duyguyu. Bekledim biraz çaresizce, sonra napmam gerektiğini düşündüm. Bu saatte kim uyanıktır, kime gidebilirim? Pazartesi iş var, gitsem kimde nasıl banyo yapar nasıl ütü yaparım? Pandemi var, kimse dışarı çıkmıyo, herkes hastalıktan ve ölümden korkuyo. Kim beni kabul eder ki? Pazartesiden sonra nolcak? Zaten arkadaşlarımdan 1 aylık harcamam kadar borç alarak gelmişim, nerde nasıl kalırım? derken arkadaşım aradı, uyuyakalmış. Aslında bu 2 senede yaşayacağım zorlukları bu kısa olaydan anlamam gerekirdi de, neyse. Geçtim eve dinlendim, pazartesi iş var.
Çalışmaya başladım, bi' yandan iş öğrenmeye bi' yandan da kalıcı olarak kendime barınabileceğim bi' yer bulmaya çalışıyorum. Şimdilik kanepedeyim, bi'kaç aya ya ev tutarım ya da apart bulup çıkarım diye planlıyorum. Bi'kaç ay geçti, iş oturdu, gelirken aldığım borçları ödemeye başladım. Arkadaşım da sağolsun bi' yere gitme burda kal istersen dedi, planım bu sefer yalnız yaşamaktı ama biraz daha kalıp para biriktirmek cazip geldi bana da. Ve yine yolculuklarım başladı. Fırsat bulduğum her haftasonu Ankara'ya geldim, çünkü çok özlüyodum. Sanırım bu süreçte en fazla dayanabildiğimiz 3 haftaydı fakat bize 3 yıl gibiydi. Tarihler, günler, saatler, biletler, her şey yine birbirine girdi. Cuma işten çık, koşa koşa trene yetiş, iş yorgunluğuyla 4,5 saat yolculuk. Pazar akşam son trene bin, 12'de in ve eve git hemen uyu. Ertesi gün 6'da uyanıp işe gitceksin. Yine de hiç yorulmadım, çünkü o cumartesi, pazar benim cennetimdi. Hilal bazen gara karşılamaya geliyodu beni, onun o mutlu ve heyecanlı gülüşü tüm yorgunluklara değerdi. Ama o pazar dönüşü; cehennem. Kirasını verdiğin ama asla bireyi olmadığın bi' ev, hiç olmayan ve olduramadığın yatağın bi' de 2 yıl 4 ay dolap olarak kullandığın bi' bavul. Pazar gece eve gittiğimde kendime gelmem 2 günümü alıyodu en az. Uyuduğum o tekli koltuğun renk tonunu ve uyurken ayaklarımı uzatmak için kullandığım sandalyeyi hayatım boyunca unutmucam. O koltuğa ve sandalyeye de söyledim bunu. O zamanlar yakın arkadaşlarımla çok kez tartıştık bu konuyu, onlara göre bunu yaşamak zorunda değildim, haklılardı. İyi bi' şirkette, iyi bi' işim vardı. Eve çıkma veya oda kiralama imkanım da vardı. Ama bana göre bunu yaşamak zorundaydım ve ben de haklıydım. Çünkü hayatımı birleştirmek istediğim bi' insan vardı, bunu yapmak için de fazlaca paraya ihtiyacım vardı. Daha normal bi' hayat yaşayarak bunun daha geç olmasını istemiyodum çünkü ayrı yaşamaya daha fazla tahammülüm de yoktu. Hilal'in Ankara'da üzüntüyle beni beklemesine de. Bunun için de bazen o tekli koltukta yatmak, bazen rezistans ısıtıcıda noddle yapmak, bazen canımın çektiği çikolatayı dâhi almamak ve her pazar gecesi o psikolojik çöküntüyü yaşamak zorundaydım.
Halil bana rakı içerken demişti ki; ben seni tanıyosam sen kredi çeker yine seneye evlenirsin Hilal'le. Hayatımı birleştirmeye karar vermeye başladığım ama somut herhangi bi' adım atamadığım, ilişkimizin de nispeten yeni olduğu bi' dönemdi. Saçmalama bu kadar erken evlenilir mi daha 1 yıl bile olmadı falan demiştim. Sanırım sonra aradan 1 veya 2 ay geçmişti, Halil beni tanıyomuş. Kredi çektim ve hazırlıklara başladım. Kararlıyım, madem zorluk yaşıcaz, iki ayrı şehirde acı çekeceğimize evimizde birlikte acı çekelim ki acının da bi' anlamı olsun.
Tüm bu süreçte işimde en azından terfi alabilmek için de kazanmam gereken sınavlar var. Onlara çalışmaya çalışıyorum ki en azından daha fazla para biriktirebiliyim. Çalışacak bi' masam bile yok, evde nereyi boş bulursam oraya girip çalışıyodum. Bazen de yolculuklarda. Her şey birbirine girmeye başladı, ev fiyatları, eşyalar, aile tanışmaları, yolculuklar, planlar, iş, dersler ve insanlar. Aslında her şey planladığım gibi gidiyodu tüm bu karmaşanın içinde, 2022 yazına kadar tamamen hazır hale gelip, hayatımızı düzene sokacak ve normal insanlar gibi yaşamaya başlıcaktık biz de. Herkesten en çok duyduğum soru şuydu; bunca zorluğun içinde, uzaklık ve insanların etkisi ilişkinize yansımıyo mu? Yansımadı, ben engellerden hayatım boyunca yılmadım, ben çabaladıkça o çabaladı, o çabaladıkça ben çabaladım. Bi' baktık ki, hepsine beraber göğüs gerer olmuşuz.Yine de yetmedi, elimizde olmayan sebeplerden dolayı talihsiz bi' gün yaşandı. O ev, orada hissettiğim yalnızlık ve çaresizlik, koştura koştura yaptığım yolculuklar, söylediğim yalanlar, yemediğim yiyecekler, gitmediğim buluşmalar, yaşadığımız özlem ve hasret; ertesi günü 50'lik bi' rakıda ve 1 yumrukta birleşti. Çat! Ağaca sert bi' darbe ve kırık elle kendime geliş...
1,5 ay Ankara'da kalmak elimin iyileşmesinden ziyade ruhumun iyileşmesi içindi sanki. Bazen utandım yaptığımdan, ben böyle biri değildim. Farketmeden öyle çok yorulmuşum ki; günlerce uyumak istedim. Hem elimi, hem ruhumu ailem ve sevgilim iyileştirmişti. Sonra aynı sürece geri döndüm, yine tren yolculukları, aitsiz bir ev ve hasret. Pes etmedim ve daha çok mücadele ettim. Yalnız bu kez zamana güvenmeyi biraz daha öğrendim, İstanbul'da yine pek yaşadığım söylenemez, çünkü belli bi' miktar yaşama hakkım vardı ve bunu Ankara'da Hilal'le kullanmayı tercih ediyodum. 1 yıl daha böyle geçti. 2023'te aynı gün içinde hem artık evden çıkmam gerektiğini hem de şirkette kıyafet kuralında değişikliğe gidilip, artık klasik gömlek ve pantolon giyileceğini öğrendim. İyi de benim evim artık yok ki? 28 yaşında, kurumsal bi' şirket çalışanı olarak nerde gömlek ütüleyeceğimi geçtim nerde kalacağımı bile bilmiyorum ki. İzin alıp Ankara'ya kaçtım. Bi' ev arkadaşıyla ev tutamazdım çünkü ilk fırsatta evlencektim, tek başıma da tutamazdım çünkü İstanbul'da şimdiden her ay kira verirsem evlilik için yeterli hazırlığım olmucaktı. Şirkete yakın, bulabildiğim en uygun apartı tuttum. Çağlayan'da ayda 5,000 liraya hapishane kiraladım resmen. Koridora açılan minik bir pencere ve 4 duvar. Çamaşır yıkamak için 2 kat çıkıp makinenin saatini takip ettiğin, kış ayında serinlemesi için vantilatör açtığın bi' hapishane. 3 farklı hayat yaşıyodum resmen, şirkette beyaz yakalıların arasında, arka planda yaşadığın hayatı bilmemeleri için çabaladığın, tiyatral bi' hayat. Memleketinde, âşık olduğun kadınla yaşadığın, mucizevi bi' hayat. Ve o odada yaşadığın, boşluk hissi yaratan, yaşadığını bile unutturan, adını dâhi koyamadığım boktan bi' hayat. Bi' şeylerin iyi olması için çabaladıkça sanki daha da dibe batıyo gibiydim. Bi' mucize olması lâzım diye yalvarıyodum resmen, bizim için bi' mucize olması lâzım.
Dedim ya; zamana güvenmeyi biraz daha öğrendim. Buna mucize demeye biraz utanıyorum, İstanbul depreminin riski nedeniyle şirket Ankara'ya genel müdürlük açmaya karar verdi. Zaten eve çıkmamamın da nedeni maddiyat haricinde biraz da buydu, bu ihtimal beklemeye değerdi. 2,5 yıl yaşadığım tüm o süreç geride kalmak üzereydi. Sadece bi'kaç hafta daha. Sonra sanki cennete gidecek gibiydim. Çok ağır şeyler yaşadım ve ayakta durmak zorundaydım. Bu sefer kazanmıştım, 2,5 yıl verdiğim bu savaşı ben kazanmıştım. Son tren biletimi almıştım. 2023'ün sonunda, eski dostum dediğim, elbet birgün geri dönücem dediğim memleketime döndüm. 2013'te kaçtığım bu şehre, 10 yılda 2 cilt hastalığı, telsiz kalmış 1 kafa, kırılıp iyileşen 2 el, az gelişmiş bir beden ve çok gelişmiş tecrübeyle geri döndüm. Artık yatağım var, geldiğim ilk gün yatağıma sarıldım. Artık dolabım var, dibine rakı koydum şu an içiyorum. Artık kapısını kapatıp içinde yalnız kalabildiğim bi' odam var ve bu yazıyı bitirebiliyorum. Çok şükür.
Not: Yazı aslında burda bitiyo ama alt tarafa bu kanepe sörfü maceramda emeği geçenlere bi' teşekkür kısmı açmak istiyorum. Belki burdan da onlara teşekkür edersem bi' nebze mutlu etmiş olurum. Arzu etmeyen hiç bakmasın, görüşürüz.
Öncelikle Samed: Kardeşim sen Ankaradasın, seni 12 yıldır tanıyorum. Üniversiteye beraber hazırlandık, dersleri beraber ektik, Mustafa abide kahvaltılarımızı beraber yaptık. Beraber aynı üniversiteye gitme hayali kurup, birbirimizden habersiz tercihleri değiştirip yine aynı üniversiteye beraber gittik. İstanbul'a ilk gittiğimde kalacak yerim yoktu, beni evine, ailenin yanına aldın. İlk ev arkadaşım senin sınıf arkadaşındı, senin sayende tanıştım. Tüm üniversite hayatımız beraber geçti. Ve son kez İstanbul'a gittiğimde de bana tereddütsüz borç verip 1 kez bile sormadın. Yetmedi şimdi bi' de Hilal'i yanına işe aldın. Kısaca bugün ne yaşıyosam; hepsinde senin payın var. Sen bu hayatta gördüğüm, içinde hiçbi' kötülük olmayan nadir insanlardan birisin, iyi ki varsın, hep var ol.
Ve Halil: Benim aslan kardeşim. Tanıştığımızdan beri ne zaman dara düşsem, sen yetiştin. Hem üniversitede, hem iş hayatında hep yanımda oldun, hâlâ da oluyosun. Benim en kötü dönemimde işe girmemi sağladın, hayatımı kurmamı sağladın. Ailen, beni kendi çocukları gibi gördü. Ankara'ya geleceğim gün senin gözlerin doldu, ben o günü Hilal'e anlatırken ağladım. Hep söylüyorum; sen annemin bana Allah orda seni iyi insanlarla karşılaştırsın duasındaki iyi insansın. Olur da bi'gün seni kızdırırsam, sana yanlış yaparsam, bi' tokat at bana, diğer yanağımı uzatırım. İyi ki varsın, iyileş artık da içelim.
Son olarak Ersan: Kardeşim benim öncelikle senden özür dilerim. Kanepe Sörfü 1'de adını geçirmediğim için, içeriğini bile bilmediğim bu yazıda ilk tasarladığım şey senden özür dilemekti. Seninle 11 yıldır sabaha kadar da eğlendik, buz gibi havada titreye titreye aynı evde uyanıp sınava da gittik, 40 derece sıcakta bozuk nohutta yedik. Yeri geldi bağıra bağıra birbirimizle tartıştık, yeri geldi kahkaha atmaktan uyuyamadık. En zor zamanlarımda hep yanımda oldun. Pandemide, işsiz kaldığım dönemde defalarca aradın, beni dakikalarca dinleyip benimle üzüntümü paylaştın. Düz yolda yürüyemediğim günlerde beni alıp evine götürdün, beni hiç mi hiç yalnız bırakmadın. Biliyorum ki; ne yaşarsak yaşayalım bu saatten sonra hiçbi' şey bizim arkadaşlığımızı bozamaz. İyi ki varsın, tüm neşenle ve tüm hüznünle her zaman senin yanındayım...
Eyvallah.